Tem 5, 2021
1230 Views

Haksız Fiilin Şartları, Kusur, Zarar, Tazminat 14-2008

Written by

Haksız fiil sorumluluğundan bahsedilebilmesi için öncellikle sorumlu tutulacak kişinin işlediği bir fiilin ( eylemin ) bulunması gerekmektedir. Kendisinden tazminat istenen şahsın bir fiili yoksa sorumluluğu da söz konusu olmaz ( Oğuzman K./Öz T.: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Cilt 2, İstanbul 2018, s.13 ).

Bununla birlikte haksız fiil sorumluğunun doğabilmesi için sadece fiilin varlığı yeterli değildir. Aynı zamanda fiilin hukuka aykırı olması gerekmektedir. Kanunlarımız bir fiilin nasıl ve hangi niteliklere sahip olduğu takdirde hukuka aykırı sayılacağını açıklamamıştır. Genel bir ifadeyle denilebilir ki hukuka aykırılık, kişilerin mal ve şahıs varlıklarını doğrudan doğruya koruyan emredici bir hareket tarzı kuralına aykırılık hâlinde ortaya çıkmaktadır ( Tunçomağ, K.: Türk Borçlar Hukuku, Cilt: 1, 6. Baskı, İstanbul 1976, s.506 ).

Haksız fiillerde hukuka aykırılık önceden mevcut bir hukuki ilişkinin yüklediği borçları yerine getirmemek şeklinde değil, objektif hukuk kaidelerinin her fert için uyulmasını mecburi kıldığı umumi vazifelere aykırı hareket tarzında bulunma şeklinde ortaya çıkar.

Fransız Hukukuna göre başkasına zarar veren bir davranış failin kusurundan ileri geliyorsa hukuka aykırı sayılır. Bu sübjektif sistemdir. Bu sistemde davacı kendisine zarar veren fiilin bir hukuk kuralına aykırı düştüğünü ispatlamak zorunda değildir. Zira kusura dayanan her “zarar verici” fiilin hukuka aykırı olması asıldır. İsviçre-Türk Hukukunda ise objektif sistem benimsenmiştir. Buna göre hukuka aykırılık kusurdan bağımsız ve gerekiyorsa davacıdan ayrıca ispat etmesi beklenen bir unsurdur. O hâlde Türk Hukukuna göre, fiilin belli bir hukuk kuralına aykırılığı sabit olmadıkça haksız fiil sorumluluğundan söz edilemeyecektir ( Tekinay,S./Akman, S./Burcuoğlu, H./Altop, A.: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, İstanbul 1993, s.476 ).

Kusura dayanan haksız fiil sorumluluğu için aranan diğer ve en önemli şartlarında biri ise hukuka aykırı fiili işleyen kişinin kusurlu olmasıdır. Hukuka aykırılık, fiilin bir hukuk kuralına aykırı olduğunu, kusur ise bu hukuk kuralına aykırı fiile ilişkin iradesi sebebiyle failin davranışının kınanan bir davranış olmasını ifade eder.

Kusur, bir hareket tarzının hukuk düzeninde muahezesini ihtiva eden bir nitelendirmedir. Ancak hukuk dilinde kısaltılmış olarak, kınanan hareket tarzının kendisi kusur olarak ifade edilir. “Kusurlu hareket tarzıyla zarara sebebiyet veren” yerine “kusuruyla zarara sebebiyet veren” denilir.

Kast, kusurun en ağır derecesidir. Kast, failin hukuka aykırı sonucu tasavvur ettiğini ( bu sonucun bilincinde olduğunu ) ve bu sonucu istediğini ifade eder. İhmal ise hukuka aykırı sonucu arzu etmemesine rağmen bu sonucun meydana gelmemesi için iradesini yeter derecede kullanmaması, hâl ve şartların gerektirdiği dikkat ve özeni göstermemesidir.

İhmal, hukuka aykırı neticeyi önlemek için durum ve şartların gerektirdiği özeni göstermemek olduğuna göre, hâkimin önüne gelen her olayda failin irade ve zekâsını, kabiliyetlerini, fizik vasıflarını, bilgisini dikkate alması ve failin hukuka aykırı neticeyi önceden öngörüp göremeyeceğini ve önleyip önleyemeyeceğini tespit etmelidir. Fail, şahsi nitelikleri itibariyle hukuka aykırı neticeyi görüp önleyemeyecek vaziyette idiyse ihmali olmadığı kabul edilmelidir ( Tandoğan H: Türk Mes’liyet Hukuku, Ankara 1961, s.54 ).

Haksız fiil sorumluluğundan söz edebilmek için gereken diğer bir şart ise zararın ortaya çıkmasıdır. BK’nın 41 ( TBK’nın 49. ) maddesi zarardan bahsetmekle beraber kanunda zarar tanımı yapılmamıştır. Doktrin ve yargısal içtihatlarda zarar “geniş anlamda zarar” , “dar anlamda zarar” olmak üzere ikiye ayrılmıştır.

Geniş anlamda zarar, bir kişinin malvarlığında veya kişi varlığında ( manevi varlığında ) iradesi dışında meydana gelen eksilmeler olarak tanımlanmaktadır ( Tandoğan,s. 63 ). Buna “karşılık dar anlamda zarar” teknik anlamdaki maddi zararı ifade etmekte olup, bu zarara malvarlığı zararı da denilmektedir.

Maddi zarar, bir kimsenin malvarlığında iradesi dışında meydana gelen azalmadır. Malvarlığının zarar verici fiil olmasa idi bulunacağı durumla fiil sonucu aldığı durum arasındaki fark, zararı oluşturur ( Nomer, H.: Haksız Fiil Sorumluluğunda Maddi Tazminatın Belirlenmesi, İstanbul 1996, s. 6 vd. ). Sorumluluk hukukunda zararı tazmin borcunun doğabilmesi için haksız fiillerde hukuka aykırı bir davranış, tehlike sorumluluğunda tehlikenin gerçekleşmesi, olağan sebep sorumluluğunda objektif özen yükümlülüğünün ihlali sonunda zararın gerçekleşmesi gerekir. Bu davranış olumlu olabileceği gibi yapılması mümkün olan bir hareketi yapmama şeklinde olumsuz bir davranış da olabilir.

Hukuka aykırı bir fiil işleyen kimse ancak bu fiilinin sebep olduğu zararları tazminle yükümlüdür. Bir kimseden fiilinin sebep olmadığı bir zararın tazmininin istenememesi mantık icabıdır. Şu hâlde zarar ile fiil arasında mantıki illiyet bulunmayan bir zararın tazmini istenemez.

Fakat fiille mantıki illiyet bağı bulunan bütün zararlardan faili sorumlu tutmak da adil olmayabilir. Hayat tecrübelerine göre, bir fiilin, olayların normal akışında meydana getirebileceği zararlarla olan mantıki illiyet bağına uygun illiyet bağı denilmektedir. Mantıki illiyet zinciri içinde bir sebebin zararı meydana getirmeye uygun bir sebep olup olmadığı araştırılacaktır.

Haksız fiilde zarar, malvarlığının mevcut durumuyla hukuka aykırı fiil olmasaydı arz edeceği durum arasındaki farkı ifade eder. Haksız fiil nedeniyle meydana gelen azalma, değişik açılardan sınıflandırılabilir. Ortaya çıkış zamanı bakımından ise zarar, mevcut, müstakbel ve muhtemel zarar olarak ayrıma tabi tutulmaktadır.

Mevcut zarar, zararın hesap edildiği tarihe kadar gerçekleşmiş olan zarardır. Müstakbel zarar ise, bu tarihte gerçekleşmiş olmayan fakat başka bir unsurun eklenmesine gerek olmaksızın normal olarak gerçekleşmesi beklenen zarardır. Sağ kolu kesilen kişinin ekonomik geleceğinin sarsılması sebebiyle uğrayacağı zarar müstakbel zarara örnektir. Müstakbel zararın miktarının ispatı imkânsızdır. Bunu hâkim takdir edecektir.

Muhtemel zarar ise henüz var olmayan ancak eklenecek bir riskin gerçekleşmesi hâlinde var olma ihtimali bulunan zarardır. Yaralandığı için ağır bir ameliyat geçiren bir kimsenin ölmesi riskine bağlı zararlar, muhtemel zarara örnek olarak verilebilir. Muhtemel zararın tazmini, risk gerçekleşmedikçe söz konusu olmaz ( Oğuzman, K./Öz,T.: Borçlar Hukuku genel Hükümler. Cilt 2, İstanbul 2013, s. 43 vd. ).

Burada hemen belirtilmelidir ki maddi tazminat, bir kimsenin mamelekinde iradesi dışında meydana gelen eksilmenin, bir başka ifade ile maddi zararın giderilmesi için sorumlu olan şahıs tarafından yerine getirilmesi gereken edadır. Diğer bir tanımla da tazminat, borçlu tarafından yapılan ve alacaklı mamelekindeki eksilmeyi telafi eden bir edadır. Tazminat hukukunun bir ilkesi olarak, sorumluluk şartları gerçekleştiği takdirde, zarar veren, zarar görenin malvarlığında oluşan eksilmeyi gidermek durumundadır.

BK’nın “Tazminat Miktarının Tayini” üst başlıklı 43. maddesinin 1. fıkrasında hâkimin, olayların özelliklerine ve durumun gereğine göre zararın miktarını tespit edeceği hükme bağlanmıştır. Burada hâl ve mevkiin icabından amaç, somut olayın niteliğidir.

Kaynağına, sebebine, zarar veren ile zarar gören arasındaki hukuki ilişkiye ve her somut olayda farklı şekillerde gündeme gelebilecek benzeri ölçütlere göre, zararın niteliği, kapsamı ve miktarı, her olayın kendine özgü yapısı içerisinde, değişen bir özellik gösterecektir.

Açıktır ki, hükmedilecek tazminat, hiçbir şekilde zarar miktarından fazla olamaz. Zarar miktarı tazminatın azami sınırını teşkil eder ( Turgut Uyar, Açıklamalı – İçtihatlı Borçlar Kanunu Genel Hükümler, Birinci Cilt, 1990 bası, s. 549 ). Bir başka ifadeyle, tazminat miktarı hiçbir zaman gerçek zararı aşmamalıdır.

Kısaca, tazminat miktarının belirlenmesinde, zarar görenin gerçek zararının esas alınması zorunlu olup; burada ilke, zarar doğurucu eylem, zarar görenin malvarlığında gerçekten ne miktarda bir azalmaya neden olmuş ise, zarar verenin tazminat borcu da, o miktarda olmalıdır.

Tazminatın üst sınırının uğranılan zarar olmasından çıkarılabilecek sonuç, tazminatın her zaman mevcut zararı tamamen karşılayacak nitelikte olmayabileceği ve bununla birlikte kesinlikle zarardan fazla olamayacağıdır. Tazminat davalarında öncelikle zararın hesaplanması yapılacaktır. Zararın hesaplanmasından sonra olayın özellikleri ve uygulanacak indirim sebepleri hâkim tarafından göz önünde bulundurularak tazminata hükmedilecektir.


YARGITAY HUKUK GENEL KURULU E. 2017/14-2008 K. 2019/172 T. 19.2.2019

Tüm bu açıklamalar ışığında somut olaya gelince; dosya içinde bulunan tapu kaydından 129 ada 13 parsel sayılı taşınmazın bahçe vasfı ile davacı adına kayıtlı olduğu anlaşılmaktadır. Hükme esas alınan 23.11.2012 tarihli bilirkişi raporunda dava konusu taşınmazda elli yaşlarında elma ağaçlarının bulunmasının taşınmazda köprü inşa edilmeden önce taban suyu sorunun olmadığını gösterdiği, köprü menfezi ile taşınmaz arasındaki kot farkı dikkate alındığında taşınmazın meyve bahçesi olarak kullanılmasının mümkün olmadığı ancak tarla bitkileri yetiştiriciliğinde kullanılabileceği, bunun da taşınmazın değerinde düşüklüğüne sebep olduğu ve taşınmazın menfez yapılmasaydı meyve bahçesi olarak değeri ile kullanım şeklinin zorunlu olarak değişmesi sonucu oluşan değer arasındaki farkın değer düşüklüğü olduğu, davacının zararını taşınmazda kuruyan fidanların değeri ile değer düşüklüğü toplamının oluşturduğu belirtilmiştir.

Yukarıda da ifade edildiği üzere haksız fiil işleyerek bir başkasına zarar veren kişi, bu zararı tazmin etmekle yükümlüdür. Tazminatın amacı, zarar verici olay meydana gelmemiş olsaydı zarar gören hangi durumda bulunacak idiyse o durumu sağlamak suretiyle zararı telafi etmektir. Tazminat hukukunun ilkelerinden biri olan tam tazmin ilkesi gereği, zarar veren sebep olduğu zararı tümüyle tazmin etmelidir. Bu ilkeye göre, zarar veren, “tüm zararı”, ancak “sadece sebep olduğu zararı” tazmin edecektir, bir başka ifade ile zarar gören sadece gerçek zararını ( mevcut zararını ) talep edebilecektir. Haksız fiil sonucu meydana gelen değer düşüklüğünün ( kaybı ) de kişinin malvarlığının aktifinde meydana gelen azalma olması nedeniyle mevcut zarar olduğu tartışmasızdır.

O hâlde mahkemenin taşınmazda kullanım şeklinin değişmesi sonucu meydana gelen değer düşüklüğünün mevcut zarar olduğu gerekçesiyle verdiği direnme kararı yerindedir.


haksız fiilin şartları haksız fiilin şartları haksız fiil zarar haksız fiil zarar haksız fiil kast haksız fiil kast haksız fiil kusur haksız fiil kusur haksız fiil dava haksız fiil dava haksız fiil tazminat haksız fiil tazminat haksız fiil avukat haksız fiil avukat  haksız fiil ankara avukat haksız fiil ankara avukat  haksız fiil ankara dava haksız fiil ankara dava

Article Categories:
Borçlar Kanunu

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir